Her yıl 4 Şubat’ta, toplumda kanserle ilgili bilinci artırmak ve farkındalık yaratmak amacıyla “Dünya Kanser Günü” olarak etkinlikler düzenleniyor. Bu toplumsal konuya katkıda bulunmak ve bilgi vermek amacıyla Beykoz Üniversitesi de “Dünya Kanser Günü Paneli” düzenledi. Moderatörlüğünü Beykoz Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Gülten Kaptan Ateşoğlu’nun yaptığı panelde Ürolog Doç. Dr. Cenk Gürbüz, Genel Cerrah Yrd. Doç. Dr. Ahmet Karadağ, Öğr. Gör. Kübra Gölebatmaz, Öğr. Gör. Elife Çete ile Öğr. Gör. Burcu Dişli konuşmacı olarak yer aldı.
İlk konuşmacı olan Beykoz Üniversitesi MYO Öğretim Görevlisi Kübra Gölebatmaz; normal hücrelerle kanserli hücreler arasındaki farklardan yola çıkarak, kanserli hücrelerin sağlıklı bir vücutta nasıl yayıldığını ve hangi belirtilerle kendisini gösterdiğini anlatarak sunumuna başladı. Kanser nedenlerinin “önlenebilir” ve “önlenemez” olarak sınıflandırıldığını anlatan Gölebatmaz; “Önlenebilir nedenlerin yüzde 50’sini sigara ve alkol tüketimi, obezite, virüs ve bakteri bulaşımı ile kimyasal kanserojenlerden oluşturuyor. Önlenemez etkenlerin yüzde 35’i ise mutasyon; yaşlılıkla birlikte yavaşlayan metabolizma sonucu hücrelerin yenilenme hızının azalması, yüzde 15’i ise kalıtsal geçişler ve ailesel yatkınlıktan kaynaklanıyor” dedi.
'Aileler çocuklarına aynı şekilde davranmaya devam edebilmeli'
Gölebatmaz’ın ardından sözü, Medistate hastanesi doktorlarından Ürolog Doç. Dr. Cenk Gürbüz aldı. Prostat kanseri hakkında bilgiler veren Gürbüz; “Prostat kanseri prostat bezinin habis bir tümörüdür. Çeşitli evreleri vardır. Tedavisi, tümörün spesifik özelliklerine ve tıbbi ekibinizin tecrübesine bağlıdır. Prostat kanserinde en önemli faktör yaştır. 40 yaş altı bizi genelde çok korkutmaz ancak 60-65 yaş üstü için oldukça endişe duyduğumuz bir kanser türüdür. Bu hastalığın tedavisi tümörün özelliği, tıbbi geçmişi, yaş unsuru, kişisel tercih ve değerlere bağlı olarak sağlanabilmektedir” dedi. Pek çok detay paylaşan Gürbüz, konuşmasını “Besinlerin doğrudan tedavi etme katkısı yoktur, evet; ancak hastalar obeziteden mutlaka kaçınmalı özellikle sebze ve meyve ağırlıklı beslenmelidir” bilgisiyle tamamladı.
Panel konuşmacılarından, Beykoz Üniversitesi MYO Öğretim Görevlisi Elife Çete de genellikle çocuklarda görülen lösemiyi ele aldı. Çete, lösemili çocuklara karşı uygulanması gereken yaklaşımları şöyle anlattı: “Lösemi, çocukların sosyal ve psikolojik olarak tüm gelişimsel süreçlerini ciddi boyutta etkilemektedir. Aileler çocuklarının bu hastalıklarla karşılaşması durumunda ya normalden daha fazla ilgi göstermekte ya da kendi gerginliklerini çocuklarına yansıtmaktadırlar. Her iki durum da çok yanlıştır. Aileler normalde nasıl davranıyorsalar o şekilde davranmaya devam etmelidirler. Çocuk sevgi ve güveni hissedebilmeli; bu hastalığın bir tedavisi olduğunu bilmelidir. Rahatlatıcı ifadelerle kurulan olumlu cümleler çocuğu rahatlatarak güven bağını güçlendirecektir” dedi. Lösemili çocukların tedavi sürecinde en güzel ilacın umut olduğunu belirten Çete, çocuğa umut aşılayacak, kendisini geliştirmesini sağlayacak ortamlar sunulması gerektiğini belirtti. Hastalığı unutturacak, yeteneklerini destekleyecek, kas ve motor becerilerini geliştirmeye yönelik oyunlar oynatmanın önemini vurgulayan Çete “Hastane ortamında da çocuklara oyun odaları, kütüphaneler sağlanmalı. Buralarda resim, müzik, psikolog desteklerine yeterince destek verilmeli. Çocuğun maske takımı sağlanmalı ve bu normal bir dille, abartılmadan çocuğa açıklanmalı. Ayrıca okulda, sosyal ortamlarda lösemili bir çocuğun dışlanmaması, üzülmemesi adına okul idarecilerinden, ailelerden, aklı erecek yaştaysa yaşıtlarından yardım ve destek mutlaka istenmeli” dedi.
'Emzirmenin önemi ve faydası toplumda dile getirilmeli'
Panelde dördüncü konuşmacı olarak kürsüye çıkan Dişli, katılımcılara meme kanserinin faktörleri ve korunma yöntemleri hakkında detaylı bilgiler verdi. Meme kanserinin sadece kadınlarda değil, erkeklerde de görülebildiğini; meme kanserinden korunmak için sağlıklı yaşama alışkanlıklarının kazanılması gerektiğini anlatan Dişli; “Birincil koruma, sağlıklı beslenme, emzirme, fiziksel aktivite, hormon kullanımı, cerrahi erken menopoz (yumurtalıkların alınması), alkol ve sigara kullanımının azaltılmasıdır. İkincil koruma ise tarama testlerinin düzenli yapılması, kendi kendine muayene, hekim tarafından fiziki muayene ve mamografidir” dedi. 20 yaşını geçen her kadının kendi kendine muayene tekniğini kullanması gerektiğini; 20-40 yaş arası kadınların her 3 yılda bir, 40’tan sonra ise her yıl fiziksel muayene yapılması gerektiğini söyleyen Dişli, 50’den sonra ise 3 yılda bir mamografi çektirilmesinin önemini anlattı. Dişli, kendi kendine muayenenin detaylarını da katılımcılarla paylaştı “Kendi yapacağınız muayene hem ekonomik hem kolay hem de zararsızdır. Bu muayeneyi adet kanamasından 5-7 gün sonra ayda 1 kez yapmalısınız. Emziren anneler memeler boşken, menopozlu kadınlar ise her ayın kendi belirledikleri bir gününde düzenli olarak bu muayeneyi yapabilirler. Görsel muayenede memelerde farklı bir şişkinlik, meme ucunda çökme ya da herhangi bir renk değişikliği, akıntı, deride değişiklik var mı diye kontrol edilmeli. Tüm bunlar yapılırken koltukaltı kontrolü asla unutulmamalı” dedi. Dişli, kendi kendine meme muayene kontrolüyle erken teşhisin hayat kurtardığını vurgulayarak sözlerini tamamladı.
Bireysel olarak herkesin kendi bedenini çok iyi tanımasının çok önemli olduğunu söyleyen Gülten Kaptan Ateşoğlu, “Hocalarımızın belirttiği tüm muayene ve taramaları üşenmeden yapmak ve yaptırmak çok önemli. Duyarlı bir birey olarak şunu eklemek istiyorum; yoğun metropol hayatta çalışan kadınlar hem kariyerleri adına hem estetik algı yükseldiği için emzirmeyi erteler hale geldi. Ancak bu konu meme kanserinden korunabilmek adına çok önemli. O nedenle toplumda bu konu aşılarak kadınlar emzirmeye teşvik edilmeli. Çünkü emzirme gerçekten çok sağlıklı bir durum” dedi.
'Meme kanseri cerrahisinde gelinen nokta umut verici'
Panelde son konuşmacı olarak kürsüye davet edilen Özel Fsm Tıp Merkezi Başhekimi Genel Cerrah Yrd. Doç. Dr. Ahmet Karadağ da meme kanseri cerrahisinde gelinen noktadan ve uygulanan yöntemlerden bahsetti. Türkiye’de 1 milyon 700 bin kişi meme kanserine yakalandığını söyleyen Karadağ, meme vücut dışında bir organ olduğu için meme kanserinin çoğunlukla ölümcül olmadığını ve tedavisinin diğer kanser türlerine göre daha kolay olduğunu belirtti. Karadağ, memenin cinsel bir organ olmadığını, tamamen kadının doğurgan bir varlık olmasından ve emzirme için gelişen bir organ olduğundan bahsederek: “Kadınlar meme kanseri kontrolü için genelde kadın doğuma giderler ama aslında doğru adres genel cerrahidir. Eğer meme başında akıntı varsa buna kesinlikle bakılmalı ve takibi sağlanmalıdır” dedi. Eskiden yöntemlerin bu kadar gelişmiş olmadığını aktaran Karadağ: “Kanserli kadınların tamamen memesini, koltukaltını ve hatta göğüs kafesinden kemik alırdık. Ancak artık gelişen cerrahi yöntemlerle yarım saat, 45 dk süren ameliyatlarla deri altında kanserli bölgeler belirlenerek memeden alınabiliyor. Bu alanda gelinen nokta umut verici” dedi. Karadağ, meme kanseri tanısında eğer kitle birden fazla yerde veya büyük değilse MR’ın çok iyi sonuç vermediğini, o noktada küçük cerrahi girişimlerin devreye girerek parça alındığını belirtti. Erken evre meme kanserinde uygun doku, uygun hasta ve estetik kaygının önemli olduğunu anlatan Karadağ: “Mastektomi için hastanın ne istediği göz önünde bulunduruluyor. Gebelik, çok yayılmış tümörlü doku varsa, tümör 5 cm’den büyükse meme tamamen alınıyor. Eğer bunların aksi bir durum varsa memenin sadece hasarlı kısmı alınarak tedavi edilmeye çalışılıyor” diyerek sözlerini tamamladı.
Bu içerik 02/02/2018 tarihinde güncellenmiştir.
Beykoz Üniversitesini yakından takip etmek çok kolay, yapman gereken tek şey mail adresini bizimle paylaşmak. Haftalık bülten ile yaklaşan etkinlikler, haberler ve daha birçok konudan anında haberdar olabilirsin.